İslamiyet öncesi av törenlerine ne denirdi ?

Huzur

New member
İslamiyet Öncesi Av Törenlerine Ne Denirdi? – Gücün, Ritüelin ve Topluluğun Dansı

Selam dostlar,

Bugün biraz tarih kokan ama aynı zamanda bugüne de dokunan bir konuya eğilmek istiyorum: İslamiyet öncesi Türk topluluklarında yapılan av törenleri, yani eski Türklerin “av”ı yalnızca geçim aracı değil, aynı zamanda bir sosyal düzen, bir inanç ve toplumsal denge aracı olarak gördükleri o büyülü ritüeller.

Bu konuyu konuşmak isterim çünkü tarih dediğimiz şey yalnızca geçmişin taşlarına değil, bugünün değerlerine de ayna tutar. O yüzden gelin, bu törenlere yalnızca tarihsel bir olay olarak değil; toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet merceklerinden bakalım. Göçebe bir topluluğun kalbinde atılan o av davulunun sesinde, bugün hâlâ yankılanan anlamlar var.

---

İslamiyet Öncesi Av Törenlerine Genel Bakış

Türklerde İslamiyet öncesi dönemde “sığır”, “şölen” ve “yuğ” adı verilen üç temel törenden söz edilir.

“Sığır” işte bu yazının konusu: av töreni, hem savaşın hem üretimin provası, hem de toplumsal bir dayanışma ritüelidir. Göktürkler, Hunlar, Uygurlar gibi bozkır topluluklarında bu törenler, yalnızca hayvan avlamak değil, kolektif bir bilinç inşa etmek için yapılırdı.

Sığır, genellikle bahar ya da yaz aylarında, kabile reisinin ya da kağanın önderliğinde düzenlenirdi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar da bu törene dolaylı biçimde katılır; kimi zaman yemek hazırlar, kimi zaman dua eder, kimi zaman da avcıları uğurlardı.

Yani bu, savaşçıların kendi aralarındaki bir “erkeklik oyunu” değil, topluluğun tüm üyelerinin roller üstlendiği çok katmanlı bir sosyal sahneydi.

---

Avın Ötesinde: Güç, Kutsallık ve Eşitlik Arayışı

Sığır törenleri yalnızca avla ilgili değildi. Av, doğayla kurulan dengenin bir parçasıydı.

Avcı, hayvanı öldürmeden önce ruhuna saygı gösterir, “Yer-Su” (doğa ruhları) ve “Tengri”ye dua ederdi. Bu yönüyle tören, aslında doğa-insan ilişkisinde bir adalet anlayışı taşırdı.

Av, alın teri kadar “izin” gerektirirdi — kutsal bir sınırı aşmamak için yapılan dua, bugünkü çevre etiğinin binlerce yıl öncesine uzanan bir formuydu.

Bu törenlerdeki eşitlik fikri dikkat çekicidir. Kağan, sıradan savaşçıyla aynı safta yer alır; av alanında herkes aynı doğa yasasına tabiydi. Bu, sosyal adaletin tören biçimindeki yansımasıydı: doğa karşısında herkes birdir.

---

Kadınların Rolü: Empati, Üretkenlik ve Toplumsal Dokunun Koruyuculuğu

Toplumsal cinsiyet açısından baktığımızda, bu törenlerde kadınların rolü görmezden gelinemeyecek kadar derindir.

Her ne kadar av fiilen erkeklerin sahası gibi görünse de, kadınlar bu ritüelin ruhani taşıyıcılarıydı. Onlar dua eder, avın bereketli geçmesi için tılsımlar hazırlar, avdan dönen erkekleri kutsardı. Kadınların bu konumunu “geri planda” değil, “merkezde ama farklı biçimde görünür” olarak okumak gerek. Çünkü bu törenlerde kadınlar doğurganlık ve süreklilik sembolüydü; avın amacı öldürmek değil, yaşamı sürdürmekti.

Empatiyle yaklaşırsak, kadınlar bu törenlerde doğanın sesi gibiydi. Avın ölçüsüzleşmesini engelleyen vicdani dengeyi onlar temsil ederdi. Bugün bile doğa koruma hareketlerinin kadın liderlerinin çoğu, işte o kadim empatinin mirasçısı değil mi?

---

Erkeklerin Rolü: Strateji, Disiplin ve Topluluk Gücü

Erkekler için sığır törenleri yalnızca av değil, aynı zamanda stratejik bir eğitim alanıydı.

Savaş öncesi antrenman niteliği taşır, liderlik ve dayanışma becerilerini güçlendirirdi. Avcıların nasıl koordine oldukları, tuzak kurdukları, hayvanı çevreledikleri... Bunların hepsi toplumun organizasyon kapasitesini gösterirdi.

Erkekler bu törenlerde “kendi gücünü ispatlamak” değil, “topluluğun güvenliğini sağlamak” için yer alırlardı.

Yani bireysel kahramanlık değil, kolektif başarı kutsanırdı.

Günümüz erkeklik anlayışında eksik olan noktalardan biri belki de tam burada: bireysel rekabetin, kolektif dayanışmaya evrilememesi. Oysa bozkırın sert ikliminde, hayatta kalmak tek başına güçle değil, birlik olma bilinciyle mümkündü.

---

Toplumsal Cinsiyetin Ötesinde: Çeşitlilik ve Katılım Kültürü

İlginçtir ki, av törenlerinde herkesin bir yeri vardı. Kadınlar dualarıyla, erkekler stratejileriyle, yaşlılar bilgeliğiyle, çocuklar öğrenme hevesiyle bu toplu ritüelin parçasıydı.

Bu, erken dönem Türk toplumlarının çeşitliliğe dayalı bir sosyal yapıya sahip olduğunu gösterir.

Gücün sadece fiziksel kuvvetten değil, bilgi, sabır, inanç ve uyumdan da geldiği bir dönemdi bu.

Bugün sosyal adalet tartışmalarında sıkça duyduğumuz “herkesin masada yeri olmalı” yaklaşımı, o bozkır masasında zaten vardı. Çünkü doğanın adil olmadığı bir yerde, toplumun adil olması gerekiyordu.

---

Modern Perspektif: Avdan Ekolojiye, Ritüelden Aktivizme

Sığır törenlerine bugünden baktığımızda, onları bir tür ekolojik bilinç ve topluluk pratiği olarak da okuyabiliriz.

O dönemin insanı için doğa, sahip olunan değil; emanet edilen bir varlıktı.

Bugünün çevre aktivizmi, kadim av ritüellerindeki bu farkındalığın yeniden keşfidir: Avın ölçüsü, doğanın dengesiyle belirlenir.

Aynı şekilde toplumsal cinsiyet adaleti açısından da bu törenlerin bize hatırlattığı şey net:

Bir toplum, farklı rolleriyle birbirini tamamlayan bireylerden oluşur. Kadının sezgisi, erkeğin stratejisi, yaşlının deneyimi, gencin enerjisi… Hepsi bir araya geldiğinde “av”, yani hayat, sürdürülebilir olur.

---

Sosyal Adalet Bağlamında Sığır Törenleri

Bugün “sosyal adalet” dediğimiz kavram, o dönemde doğayla, insanla ve Tanrı’yla kurulan denge yasasıyla temsil ediliyordu.

Kimse doğadan fazlasını alamazdı; herkes görevine göre pay alırdı.

Bu, ekonomik değil etik bir adaletti.

Kadın da erkek de, yaşlı da genç de bu denge zincirinin halkasıydı.

Modern toplumun parçalanmış ilişkilerinde, belki de o “av öncesi dualar”ın anlamına yeniden dönmemiz gerekiyor. Çünkü adalet sadece yasalarla değil, ortak bilinçle başlar.

---

Düşünelim Forumdaşlar…

- Sizce bugün “av” kavramı hangi biçimlere dönüştü? İş dünyası mı, teknoloji mi, rekabet mi?

- Kadın ve erkek rollerini yeniden tanımlarken, o eski “tamamlayıcılık” anlayışından neler öğrenebiliriz?

- Doğayla kurduğumuz ilişkiyi “sığır törenlerinin” etik dengesine yaklaştırmak mümkün mü?

- Sosyal adaletin temelinde hâlâ “paylaşmak” olabilir mi?

Gel hadi, konuşalım. Belki o eski bozkırların dumanı hâlâ gökyüzünde salınıyordur; belki de biz, o törenlerin modern tanıklarıyız—farkında olmadan.